ÇÜRÜME
Türk toplumunun son yıllarda ekonomik gelişmeler sebebiyle ne denli yozlaşmış ve geleneklerinden, sahip olduğu özgün kültüründen nasıl ödün verdiğini ilgili yazımızda anlatmaya çalışacağız.
Uzun zamandır Türk Milleti denildiğinde akla gelen ilk şeyler yardımseverlik, hoşgörü ve samimiyet olmuştur. Türk Milleti bu sahip olduğu genetik özellikleri ile tanınmakta, kendisi uluslararası sahnede de bu özellikleri ile başkalarına tanıtmaktadır. Gerçekten de, Türk toplumunun en önemli dinamiği bu karakteristik özellikleridir. Bu özellikler İslamiyet öncesi toplumun sahip olduğu ahlak prensibi ile; İslamiyet sonrası ise dini doğru yaşama prensibi ile bugüne kadar gelmiştir. Ancak şu zamanda bu özelliklerin artık toplumun çoğunluğunda yer almadığını ya da bu özelliklerin bir nevi topluma unutturulduğunu görmekteyiz.
Ekonomik gelişmeler, bir devleti oluşturan en ufak zerre olan bireyden tutunda, en büyük oluşumu olan halk kitlelerini bağlantılı olarak ciddi manada etkilemektedir. Çünkü devlet bireylerden oluşur ve birey yaşamak; yaşamak için ise beslenmek ve barınmak zorundadır.
Birey, beslenmek ve barınmak için günümüzde çalışmak ve para kazanmak mecburiyetindedir. Paranın nasıl kazanıldığı ise yine toplum nezdinde ahlak, dine uygun yaşamak ve etik ile ilgili olmakla birlikte yine bireyin iç muhasebesine yani bu sayılan değerlerle bağlantılı olarak vicdan kurumunun olup olmadığına bağlıdır.
Para denilen şeyin, dini değerleri yok sayan bireylerin ya da ahlak mefhumundan yoksun olan bireylerin ya da etik ilkelerinden taviz veren bireylerin oluşturduğu bir toplumda nasıl kazanıldığı, bunun ne için kullanıldığı sorgulanmayacaktır. Sorgulanmaması ile beraber bu durumun yarattığı çürüme de yine umursanmayacaktır.
Ekonominin kötü sürdürülmesi, para politikasında yapılan yanlışlıklar, fiyat istikrarının bozulması ve sonucunda baş gösteren enflasyonist ortam bireyleri hemen geçim derdi ile baş başa bırakacak, kaygı ve endişe ortamının açığa çıkmasına sebep olacaktır. Bu ortamda birey kendisi ile karşılaşacak, aslında hiçbir suçu olmamasına karşın göğüs germek zorunda kaldığı maddi sıkıntılarının altından nasıl kalkacağına karar verecektir. Kendine şu soruyu soracaktır: Ortam bir fırsat ortamı mı ?
Günümüzde bu soru ile karşı karşıya kalan çoğu kişi ortamın bir fırsat ortamı olduğuna kanaat getirerek, temel değerleri bir yana bırakmış ve bununla beraber yasal olmayan yollarla para kazanmaya başlamıştır. İşte bu durum toplumun en başta ekonomik olarak çürümüş olduğunu ortaya koymuştur.
Ekonomik çürüme, paranın nasıl ve ne şekilde kazanıldığının göz ardı edilmesi ve yine bu paranın nereye harcandığının sorgulanmaması (sorgulanamaması) ile başlamıştır, ahlak ve etik değerler hatırlanana kadar da devam edecektir.
Peki bu ekonomik çürüme sosyal yaşantıya nasıl sirayet edecektir ?
Bu para olgusunun bir şekilde kazanılması gerektiği ama nasıl kazanıldığının önem arz etmemesi sebebiyle sosyal toplum kendi içine dönmüş, Fırsattan istifade etmek isteyen birey sınırları zorlayarak, tabiri caiz ise yükünü tutmaya çalışmıştır. Kendisini düşünerek hareket etmekte olan birey için başkalarının ne halde olduğu önemli değildir. Dolayısı ile burada menfaat olgusu karşımıza çıkmaktadır. Menfaatler yarışı içinde de toplum değil, birey kazanır ancak birey bu kazancını da yine menfaatine harcayarak yalnızca kendisine fayda sağlar.
Bir devlette fayda eğer bireyin kendisine sağlanmakta ise; o devlet toplumun oluşturduğu bir devlet olmaktan çıkarak; bireylerin devleti haline gelir. Bu husus devlet için sosyal anlamda ciddi sorunlara sebep olur.
Menfaati ile hareket eden birey, sonuç olarak yine kendisi kazandığından, toplumda artık çürümeye başlamış demektir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın ya da herhangi bir sorunda beni ilgilendirmez düşüncesi ile hareket eden birey; oklar kendisini gösterdiğinde de bu duruma yol açan temel sebebin kendisi tarafından yaratıldığını unutarak çığırtkanlık yapmaya başlayacak ancak bu çığlıklar yine kendi içinde yok olacaktır.
Sosyal çürümenin getirmiş olduğu bu bireyselleşme durumu, sonrasında yargı düzenine de dokunacaktır. Yargı, üç temel erkten biri olmakla birlikte; düzenin devamı için adalet kavramı ile beraber devlet için hüküm vermeli, bunu ancak ve ancak kamu düzeni diye tabir edilen düzenin devamlılığı için yerine getirmelidir. Düzen bir kişiden oluşmamaktadır. Düzen, devlet nazarında toplumun yerine getirdiği iş bölümü sayesinde ayakta kalmaktadır.
Ancak bireyselleşen bir toplumda; her şeyden önce birey düşünülmeye başlandığında burada da şiraze kayacaktır. Birey için karar verilmeye başlanacak, birey için kanun yorumlanacak, birey için kanun düzenlenecektir. Bu durumda yargının çürümüşlüğünü ortaya koyacak ve telafisinin mümkün olmadığı hatalara yol açacaktır. Çürümenin başlangıcı bireyselleşmedir. Çürüme toplum bilincinin yok olması demektir. Çürüme menfaat olgusunun gün yüzüne çıkarak rakipsiz bırakılması demektir. Çünkü menfaat olgusunun en dişli rakibi vicdan muhasebesidir. Bu muhasebe ise toplum bilincinin tekrar kazanılması ile ortaya çıkacaktır. Toplum bilindiği üzere devletin temelidir. Temel yoksa bina ayakta duramayacak, tepe taklak düşecektir.